27 Aralık 2011 Salı

İnsanları anlamak zor arkadaş!!

       Şu Ankara'ya geleli 4-5 ay oldu ama insanlarına alışamadım gitti.Adamlar buzdolabından da soğuk arkadaş başlangıçta bilmediğimiz bir yere sorarak gitme amacıyla danıştığımız tüm insanlar ne hikmetse yeni taşınmış oluyorlar...Tamam biz taşınalı bir kaç hafta olmuştu da 10 kişiden  abartısız 8'i de yeni taşınmış olabilir mi? Böyle bir tesadüf mümkün mü?? Herhalde Ankara'nın türlü insanı olduğundan insanlar pek yanaşmıyorlar diye düşünerek çok da üstünde durmadım. Ama geçenlerde dershanenin kantininde bizimkileri bekliyorum.Bu arada da yemek yiyorum ben gidince de arkadaşlarım gelecekler yemek yiyecekler. Neyse ben tek başıma beklerken bir grup kız gelip lönkkk diye benim oturduğum masaya oturmasın mı???? Yahu insanlarda medeniyet kalmamış.Hayır işin garibi bu münasebetsiz insanlar üniversite bitirmiş, bir takım yaşantılar geçirmiş kendince ve iş hayatına atılıp öğrencilerine ÖRNEK olacak insanlar!!! Tamam masa benim masam değil izin almasınlar.Hem ben kimim ki oturabilir miyiz diyecekler...Ama madem oturuyorsun bir afiyet olsun de dimi ? Onu da geçtim bir bak yüzüme bir tebessüm et ya..Vallahi düşündükçe sinir oluyorum...Derken bizimkiler geldi neyse ki şanslarına boş masa varmış onlar oraya geçti, benimde yemeğim bitmişti tepsimi alırken masadan gözlerinin taaa... içine bakarak afiyet olsun dedim ve kendimce bir zafer elde ettim (kendimce mutlu oldum işte).  :):) Bu tarz insanlar karşıma çıktıkça Ankara'yı sevmem,Ankara'ya alışmam söz konusu olamayacak sanıyorum.Sanki Ankara'mı nezaketsiz samimiyetsiz?Ama işte o insanları Ankara kendi içinde barındırıyor ya kurunun yanında yaşı da yakıyorum..Fakat ben yine çok genelleme yapmayacağım.Çünkü sınıfımda çok sevdiğim tatlı bir arkadaşım oldu.Hem de Ankaralı:)
       
  Bu paylaşımımın kıssadan hissesi atalarımız harbi büyük adamlar...Gerçekten okumakla adam olunmuyormuş:)

26 Aralık 2011 Pazartesi

Artık daha huzurluyum:)


Dünüm hep aklımda hiç bir şeyi sildiğim yok.Sadece 

dünde takılı kalmıyorum artık.Belki de ilk defa Sadece 

kendim için... bana sadece saf sevgileriyle gelenler, 

hayatıma şart koşmayanlarla birlikte daha huzurlu ve 

mutluyum...Artık herkesi daha bir çok seviyorum ve 

herkesin mutlu olmasını diliyorum:):)






30 Kasım 2011 Çarşamba




NE TUHAF?

Ne tuhaf ya........
     Eski resimlere eski arkadaşlarıma bakıyorumda...Kimleri neleri geride bırakmışız........En dediğin, can dediğin herşeyin olanlar şimdi yok......Ozamanlar kendi çerçevemiz içerisinde ne savaşlar verdik, nelere kafa yorduk, ne kadar üzüldük, canımız yandı, kahrolduk, öldük, bittik, tükendik...Belki 3 yıldır hiç bir iletişim kurmadığım okadar zaman aradan sonra nereden aklıma geldiyse bugün facebooktan baktığım birkaç arkaşımı görünce birden o yıllara gittim,o güne, o anlara.........Nedense içim çok acıdı.........Bir daha o günlere geri dönememenin acısı mı yoksa herşeyi paylaştığın o insanlarla eski diyaloğunun binde birine bile sahip olamamanın verdiği acı mı bilemiyorum.......Ama bildiğim canım çok sızladı işte:(
    Burdan yola çıkarak hayatıma bakıyorum da hep keşkelerle dolu.......Keşke dediğimde de nedense ilk aklıma gelen keşke o insana bukadar değer vermeseydim...keşke kendimi bukadar küçük görmeseydim, keşke kendime biraz daha güvenim olsaydı, keşke insanlara sevgim sonsuzca sunmak yerine kendimi biraz olsun çekebilseydim........mesela herkesi çok içten dinlemeseydim, doğru bilip gittiğim yolda keşke insanlara onlar için iyi olacak doğrularımı sunmasaydım.nezaman doğruları söylesem insanlar hep ağzımdan çıkan sözcüklerin kendi duymak istedikleri sözcükler olmasını beklediler........Ama olmadı.Sonunda da insanlar benimle bütün sıkıntılarını sorunlarını paylaştılarsa da benden akıl almamayı yeğlediler...çünkü onlara duymak istediklerinden çok gerçeklerden bahsediyordum..Evet!Usulen yine de fikrimi sordular ama benimle paylaşmaktaki asıl amaç akıl almak değilde içlerini dökebilmekti.Nitekim başarılı da oldular.Ozamanlar nerde eksik yapıyorum diye düşünüyordum.Şimdiler de ise hiçççç düşünmüyorum çünkü çokça insanı dinlediğim için artık insanları tanıyabiliyorum.Ve öğrendim ki herkes o kadar akıllı ki bu zamanda kimsenin akla ihtiyacı yok.İnsanlar kendilerini rahatlatacak, bişeyler anlatabilecek birilerini bulsun yeterli.O yüzden kafama takmamayı öğrendim.Ama kimselere kızmıyorum, kimseye bu konuda kesinlikle sitem etmiyorum.Dedim ya bir fotoğraftan yola çıkarak eski günler geldi aklıma ve sonra içimde kalanlar. Şimdi ben de herkes gibi yapıyor ve sadece paylaşıyorum kimseden akıl almıyorum.Sanırım en güzeli bu, bu zamanda;)
       O zamanlar gerçekten güzeldi,çok güzel günler geçirdim.Güldüm ağladım...Ağlamalarımı bile düşününce bugün keşkelerim yüzünden içim sızlasa da gülebiliyorum...Ben hayatımdaki herkesi çok sevdim, çok değer verdim.Bir insan herkesi sevebilir mi bilmiyorum ama ben gerçekten sevdim.Şimdiler de sevemiyorum.O herkesi sevdim dediğim insanların büyük payı var bunda.O kadar çok şey öğrendim ki sevdiklerimden.Artık sevemiyorum içim ısınırsa ısınıyor.Aksi halde mümkün değil.Zaten böyle de olmalı ama yinede arada gel-gitlerim olmuyor değil.Bir zaman kötü düşünmemeye çalışıp mutlu olmaya çalışıyorum.Ozamanlar diyorum ki kendime ''Ben bütün insanları seviyorum ya gerçekten iyisini de kötüsünü de seviyorum.Sonuçta bugün beni ben yapan iyisiyle kötüsüyle o insanlar değil mi?Hayatımda iyi-kötü izleri yok mu?Çok şey öğrenmedin mi o insanlardan?'' diyorum ve insanları gerçekten çok seviyorum.Ama öyle bir zaman geliyor ki aklımda hep canımı yakan insanlar.Neden o kadar beni sevdiklerini söylemelerine rağmen ve benimde bunun doğruluğuna inanmama rağmen,her zaman sevdiklerim için bir an düşünmeden kendi isteklerimden ödün vermeme rağmen - ki bunu fazlasıyla yaptığıma inanıyorum-neden canımı en çok yakanlar listesinde liste başını çekenler hep canım dediklerim? İstemesem de arkadaşım istiyor ya,arkadaşım mutlu olacak ya daha güzeli yoktu benim için(bazen ne gerek varsa demiyor,kendime kızmıyor değilim).Sanırım hayat felsefemden kaynaklanıyor: ''Çevremdeki insanlar mutlu ve huzurluysa benden mutlusu olamaz'' Gerçekten aklım almıyor.Yani insanların benim gibi dost bulunamayacağını söyleyip bide güyya benim iyiliğim için, beni çok düşündükleri için canımdan can almalarını aklım gerçekten almıyor.Algilayamıyorum bir eğitim hocamızın dediği gibi sanırım algıda mallık yaşıyorum!!:(
      Neyse sanırım bir destan yazdım.Ne kadar doluymuşum meğer.Öyle sanıyorum ki çokça zaman içimi rahatlatamayacağım.Yaram zaman geçsede taze.Ama yine de şuan ki duygularımla söylüyorum ki hayatıma giren iyi-kötü bütün ama bütün insanları seviyorum;)
       Birde son olarak sanılmasın ki hayatımdaki her insandan bir sitemim var.Aksine hayatımda yeri doldurulamayacak ender dostlar da var.Beni karşılıksız seven,içten dinleyen,anlamasada anlamaya çabalayan, beni önce düşürüp sonra elimden tutan değilde her an elimden tutan,beni kendi çizgisinde yürütmeye çalışan değil de kendi çizgimle seven ve kendi çizgilerimize ortak noktalar bulup benim mutluluğumla mutlu olabilen,yanlarında acaba yanlış mı yaptım diye her an tedirginlik içinde olmadığım tatlı mı tatlı arkadaşlarım,dostlarım, canlarım var ve ben onları gerçekten çok seviyorum;)

26 Kasım 2011 Cumartesi



   İLGİMİ ÇEKEN KİŞİLİK BOZUKLUKLARI....
   (ACABA NEDEN??? YAŞAYARAK FARKETTİM, ARAŞTIRDIM,ÖĞRENDİM, PAYLAŞIYORUM...)

                          Paranoid Kişilik Bozukluğu

         Paranoid kişiliği olan insanlar çevrelerine karşı güvensiz, affetmeyen, öfke dolu yada agresif kişilerdir çünkü çevrelerindeki insanları sadakatsiz, vefasız, hor gören yada yalancı olarak algılarlar. Bu kişiler kıskanç, sürekli savunmada, affetmez ve gerekçe olmadan, kızgın ya da saldırgan patlamaları eğilimli. Bu tür kişi de korunan, kıskanç olabilir, sır saklayan ve entrikacı olabilirler, başkalarına soğuk yada aşırı derecede ciddi görünebilirler.

       Belirtileri
  1. Karşılaştığı kötü davranışları asla affetmemek, kin tutmak
  2. Kuşkuculuk, kıskançlık, çekememezlik
  3. En sıradan davranışların bile kötü amaçlı olduğunu düşünmek
  4. İnsanların sadık olmadığına dair sürekli şühpe duymak, kimseye güvenmemek
  5. Kendini korumak için aşırı ve saldırgan bir tarz ile hareket etmek.
  6. Başkalarını suçlamak
  7. Sabit fikirli, inatçı ve katı bir yapı
  8. Kızmaya, öfkelenmeye ve agresifleşmeye hazır olma
  9. Otoriteye karşı başkaldırma
  10. Ukalalık, kendine aşırı güven, herkesten üstün olduğuna inanmak
  11. Yalan söylemeye ve gerçekleri farklı göstermeye eğilimi
                 Histerionik Kişilik Bozukluğu

    Genel olarak görünümünüz canlıdır ve zaman zaman sıradan duyguları biraz daha abartılı ve renkli olarak gösterirsiniz: örneğin sıcaklık şehvete, kızgınlık öfkeye, üzüntü kedere ve hayal kırıklığı trajediye dönüşür. 
Bu kişiler her zaman ilginin merkezi olmaya çalışırlar ve bu uğurda tiyatro oynamaya meyillidirler. En ufak sorunları bile aşırı derecede dramatize ederler ve duygularında aşırı değişimler yaşarlar. Sıradan yaşam koşullarında çabuk sıkılırlar ve yeni olaylar peşinde koşarak heyecan ararlar.
YOKSA NARSİZM Mİ DEMELİYİM???
      (Narsist kişiler belirgin özelliklerinden biri kıskanç olmalarıdır. Ayrıca narsist kişiler diğerlerinin de oldukça kıskanç olduklarını düşünürler.)
 Narsistik kişiler sadece kendi iyilikleri için bir şeyler yaparlar. Bunun sonucu olarak da diğer insanlara ilgi duymazlar ve empati kurmazlar. Narsistik kişilerin diğer kişilerin hislerini tanımalarının olanağı YOKTUR. Diğer kişinin kendisi için bir şeyler yapmasını isterler ama karşılık olarak herhangi bir şey yapma isteği duymazlar. Narsistik insanlar sık sık diğer kişileri kendi menfaatine kullanmak için insanlarla ilişki kurarlar. (Spencer, 2001)
        Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler mükemmele ulaşmak için aşırı derecede çaba sarfederler.Birisi kendilerini yada yaptıkları işi eleştirdiğinde büyük bir öfke ile tepki verirler ve saldırganlık gösterebilirler. 
       Narsistik kişiler genelde kendi değerlerini fazlası ile abartırlar. Sürekli olarak yeteneklerini olduğundan fazla gösterirler.Kişiliklerinin olumsuz taraflarını genelde inkar ederler yada mantıklı açıklamalar getirirler. 
      Narsistik kişilerin başkaları ile olan ilişkileri sorunludur çünkü aşırı ilgi ihtiyaçları ve başkalarının duygu ve düşüncelerini umursamamaları yüzünden insanlar uzaklaşırlar. Sosyal olarak aktif, keyifli ve cazip olabilirler fakat insanlara karşı sorumsuz ve kibirlidirler. 
     Narsistik kişiler başkaları ile işbirliği yapmakta zorlanırlar çünkü dikkatleri hep kendi üzerlerinde olur. Yaptıkları her işte insanların hayranlığını kazanmaya ve mükemmelliklerini ve üstünlüklerini ispatlamaya çalışırlar. Başka insanların duygularını yada ne yaşadığını algılayamazlar. Empati yapamazlar ve ender olarak bir insana duygusal olarak bağlanabilirler. Eğer başkalarının ihtiyaçlarını sezebilirlerse bunu o kişilerin zayıflıkları olarak değerlendirirler.
      Tam olarak hastalığın sebebi bilinmiyor ama bazı araştırmacılar çocuklukta yaşanılan tecrübeler ile bağlantılı olduğunu öne sürmüştür. Hastalık genelde ergenlik çağının başında ortaya çıkmaya başlamaktadır. 
       Belirtileri
  1. Kritize edilmeye karşı öfke, utanç ve aşağılanma hissi duyar
  2. Kendi çıkarları için başkalarını kullanır
  3. Sadece kendini düşünmek
  4. Yeteneklerini ve başarılarını abartır
  5. Başkalarının kendisine farklı davranması gerektiğine dair beklentiler
  6. Sürekli insanların dikkatinin ve beğenisinin üzerinde olmasını beklemek
  7. Aşırı gurur ve mükemmel olduklarına dair inanç
  8. Suçunu kabul etmez yada eleştiriyi kaldıramaz
  9. Fedakarlık yada iyilik yapmaz ama gösteriş amacı ile küçük davranışlarda bulunabilir
  10. Empati yapamaz
  11. Her şeye haklı olduğuna inanır
  12. Dikkat çekmek, ilgi odağı olmak ve övülmek arzusu        
Alıntı:  'hatunca.net'








18 Kasım 2011 Cuma



RENKLERİN
 PSİKOLOJİK VE FİZYOLOJİK ETKİSİ??

         Herkes her rengi sevebilir ama inanıyorum ki herkesin en çok sevdiği ve belki de farkında olmadan da olsa en çok kullandığı bir renk elbette ki vardır. Öyleyse kişilerin günlük yaşantılarında tercih ettikleri renkler aslında bir kişilik yansıması veya o an ki ruh halini yansıtabilir diye bir görüş ortaya atabileceğimi düşünüyorum. Örneğin ben her rengi çok seviyorum. Her yer en canlı renklerle rengarenk olsa ne hoş olurdu diye de gerçek dışı isteklerim olabilir;) Ama dedik ya herkesin bir EN sevdiği renk vardır diye; işte benim rengim de beyaz; tabi arada kahverengiden de etkilenmiyor değilim:)
         Merak ettim, okudum ve paylaşıyorum:
     
          Renk psikolojisinde insan kişiliği, dört ana rengin bilinen özellikleriyle tanımlanır. Mavi, yeşil, kırmızı ve sarıdan oluşan ana renkler kişiliğin oluşmasında ve kişilerin renk tercihlerinde çok önemlidir. İnsanların kişilik yapısı, geçirdiği çocukluk dönemi, içinde bulunduğu toplum ve ekonomik düzey renk tercihlerini direkt etkilemektedir.
          Soğuk bir renk olan mavi, iç içe olunduğunda genişlik, rahatlık ve huzur verir Mavi, gerçeğin hayale dönüştüğü sonsuz bir yolun rengidir. Derin duyguları ve romantik yaşamı ifade eder. Doğru düşünme, olumlu karar verme ve yaratıcılığın gelişmesi gibi özellikler de mavi rengin içinde bulunmaktadır. Tüm diğer renkler birer kişilik olarak değerlendirilirse, onları derleyen toplayan, birleştiren, bütünleştiren, dengeyi ve durumdan hoşnut olmayı sağlayan, mutluluğu ve huzuru insanlara veren bir renktir. 
          Renklerden titreşimi en kuvvetli ve en dinamik olanı kırmızıdır. Kırmızı renk aktif, girişken, önderlik ve güçlülük özelliklerine sahiptir. Saltanatın ve iktidarın simgesi olarak kabul edildiğinden, asillerin rengi olmuştur. Aynı zamanda sevgi ve nefret duygularını birlikte içerir. 
         Güneşin parlaklığı ve simgesi sayılan sarı renk, içinden yada arkasından ışıklandırılmış etkisi uyandıran çok parlak bir renktir. Yüksek düzeyde açıklığı, parlaklığı, canlılığı,olumluluğu, iyimserliği, coşkuyu ve hareketliliği içerir. Sarı renk, çok yönlü kişiliği ile, değişik uğraşlarla, ısrarlı arayışlarla, kendini tatmin edecek başarılara ulaşma şansına sahip kişiliği ifade etmektedir(SUN 199467). Uzun süre seyredildiğinde, kanın damarlarda daha düzenli işlemesini sağlar, sinir sistemini düzenler, zihni açar ve dikkati artırır. 
          Yeşil, sarı ile mavinin karışımıdır,ancak her iki rengin özelliklerini çok az taşımaktadır. Bir karışım olduğu halde psikolojide temel renklerden biri sayılmaktadır. Doğayı çağrıştıran bir renk olan yeşilin, sessiz,uyumlu,dengeleyici, huzur verici, iyimserlik, üstünlük ve özgüven gibi temel bazı özellikleri bulunmaktadır(BERK 199006). Yeşile uyan kişiliğin dayanıklılığı, kendini denetlemesini, ayakta dimdik durabilmesini sağlar. 
          Turuncu, sarı ile kırmızının karışımından oluşan ve özelliklerini taşıyan bir renktir. Turuncu kişilik, sıcakkanlı oluşu, girişkenliği, uyarıcılığı, yürekliliği, iyimserliği ve coşkuyu ifade eder. Turuncu giyinen bir kişi cesur ve maceracı bir kişiliğe sahiptir. Giysilerde turuncu rengi kullanmak, diyalog ve mizah yeteneğini ortaya çıkarır. 
         Kırmızı ile mavinin karışımından oluşan mor renk, netliği ve berraklığı kaybolmuş mavi ve kırmızının özelliklerini taşır. Korku, stres, şok gibi durumlarda tercih edilen bir renktir. İnsanların kendilerini güvende hissetmedikleri dönemlerde bu renge gereksinim duyulabilir. Mor kişiliğe uyan insan duyarlıdır. 
         İnsanların benliğinde en olumsuz izlenimler bıraktığı düşünülen siyah renk, canlılığın ve diğer bütün renklerin reddi anlamına gelmektedir. Karamsarlık, kötümserlik, çaresizlik siyahın en büyük özellikleridir. Tarih boyunca matem ve yas rengi olarak kabul edilmiş ve insanların üzüntülerini ifade etme biçimi sayılmıştır. Giysilerdeki siyah renk, sadece matem duygusunu içermemekte, aynı zamanda ağırbaşlılığı ve resmiliği de simgelemektedir. 
          Beyaz saflığı, doğruluğu ve açıklığıyla her zaman dürüstlüğün simgesi olmuş bir renktir. Tüm renklerin destekleyicisi ve birleştiricisidir. Yaşamdaki zorlukları kolaylığa, üzüntüyü neşeye çevirme gücünü tüm duygularıyla ortaya koymaktadır. 
          Beyaz ve siyahın karışımından oluşan gri renk, beyazın saflığından ve temizliğinden uzak olup, kirlenmiş ve lekelenmiş bir renktir. Sisli, puslu, üzüntülü, hüzünlü, sıkıntılı duyguları ifade eder. Bu renk meraklı ve araştırıcı olmayan, kararsız ve temkinli kişiliğe uygundur. 
          Kahverengi, kırmızı ve siyahın karışımından elde edilen bir renk olup, fiziksel hastalıklardan korunmanın ifadesidir. İnsanların rahatlık ve güven hislerinden uzak olma durumunda, toplumsal anlayışa gerek duyduğu zamanlarda kahverengiye uyan kişilik sergiledikleri belirtilmektedir. Psikologlara göre, kahverengi tercih eden kişilerin, duygusal tatmine, kendi kültüründen, kendisine yakın insanların arkadaşlığına, yaşamın yıkıcı ve yorucu etkilerinden kendilerini korumaya, dinlenmeye, rahatlamaya, yalnızlıktan ve ayrılıklardan uzak kalmak için kendisini güven içinde hissedebileceği, bedensel rahatlık sunan güvenli bir ortama ihtiyaçları vardır(COŞKUNER 1995: 89).


14 Kasım 2011 Pazartesi


ZOR AN
 Bir kız için en zor anlardan birinin babasına erkek arkadaşını açıklayacağı an olsa gerek diye düşünüyorum. Bir kere bu açıklamanın yapılacağı tarih çok çok evvel önce belirlenmeye çalışılır. ''Şu zaman geçsin artık söyleyeceğim'' deriz. O zaman gelir ve geçer ama hala söylenemez.Mutlaka bir bahane vardır:)Açıklama için yeni bir zaman kestirilir göze ve denir ki: ''bu zaman geçsin söyleyeceğim artık''.Ama yine tarih gelir ve geçer.Ardından yeni bir tarih belirlenir: ''şu zamandan sonra böyle olunca artık kesin söyleyeceğim'' denir. Ama dedik ya öyle kolay değildir ve bir çırpıda söylenmez.Artık söyleme zamanı gelmiş geçiyordur. 
    Her kez babasıyla nasıl bir diyaloğa sahiptir bilmiyorum ama bilinen babaların kız çocuklarına, kız çocuklarının da babalarına olan hassasiyetleridir. Babamla ilk bu muhabbetleri konuşmaya başladığımızda babamın tek bir sözü vardır sesi her an kulaklarımda: ''Hayatında biri olduğunda ilk ben bilmek isterim ve senden duymak isterim''
     Ahhh babacım!!!!keşke öyle kolay olsa. Keşke babacım benim hayatımda biri var diye hemencecik söyleyebilsem. Ama olmuyor işte:( Nedenleri tartışılır. Eminim herkesçe birçok neden vardır.
Öncelikle yaşanılanlar var, an'ın insana hissettirdikleri çok önemli bence ve en büyük etken. Yani o an cümleler dilinin ucuna gelse de söylemek için can atsan da bir şey oluyor (hala o şey ne çözemedim:S )öyle bir çekim gücü ki bir anda kelimeler cümleler kendini geri çekiyor ve tüm cesaretin gidiyor.Belki de heyecandandır bilemiyorum. Ya da ne kadar zaman olursa olsun ilişkide bir şeylerin henüz oturmadığını görüyorsan veya henüz birbirinizi tanıma aşamasında isen zamanı ailenle paylaşmak için erken görebiliyorsun. Sonuçta ailenin karşına doğru insanı çıkarmak, onların mutluluğunu görüp paylaşmaları için doğru zamanı bekliyorsun. 
     O bu değil de bu işler pek bir zor ya:)Bu arada kız çocuğu olmamdan kaynaklı olabilir hep babamı ele alışım:)Baba ne kadar anlayışlı olursa olsun bir baba ağırlığı var ya  cidden kolay olmuyor..Allah kolaylıklar versin bu heyecanı yaşayan ve  henüz atlatamamış olanlara.Ben azcık atlattım da daha yeni, hatta yaklaşık 3-4 saat önce. Hemen paylaşayım dedim taze taze:)Hissettiklerimi yaşadıklarımı özetle anlatmaya çalıştım.
  ZATEN FARKINDA OLDUĞUM BİR ŞEYİN BİR KEZ DAHA FARKINDA OLDUM Kİ BEN ÇOK ŞANSLIYIM...BOŞUNA BU KADAR NASIL SÖYLEYECEĞİM DEYİP DE ELİMİ KOLUMU NEREYE KOYACAĞIMI BİLEMEMEM...BOŞUNAYMIŞ YANİ O TATLI HEYECAN...BENİ BİR ÇIRPIDA ANLAYAN,YARGILAMAYAN,DOĞRU CÜMLELERİ KURABİLMEK İÇİN DOĞRU ZAMANI BEKLEYEN BABAM OLDUĞU İÇİN...
  BABAMI  ÇOK SEVİYORUM:)

12 Kasım 2011 Cumartesi

BİL Kİ, ANCAK KENDİN, KENDİ KENDİNE, HİÇ BİR BAŞKASININ YÖNLENDİRMESİ, ÖĞÜT VE SALIK VERMESİ OLMAKSIZIN, KENDİN OLABİLDİĞİN ZAMAN, KENDİN OLABİLECEKSİN!


          Uzunca zamandır eski bir dost olarak yapmam gereken ve hala daha yapmadığım bir işin verdiği büyük rahatsızlıkla sarılıyorum tuşlara... Biliyorum belki de tuşlar yerine telefona sarılmalıydım ama hiç ama hiç içimden gelmiyor her ne kadar bu ertelemeyi kendime yakıştıramasam da her şeye BANANE ve YETER demek geliyor içimden..
           Bunca zaman insanları fazlasıyla önemsediğimi düşünüyorum...Kendi bildiklerimden çok karşımdakinin bildiklerine, kendi doğrularımdan çok karşımdakinin doğrularına, kendi istediklerimden çok karşımdakinin isteklerine önem verdim...Hayatıma giren her insanı önemsedim, her insanı sevdim, değer verdim...Kimine haddinden fazla, kimine olması gerektiği kadar. Ama asla az olmadı insanlara verdiğim sevgim de değerim de...İşte şimdilerde tam da bu yüzden koca bir boş vermişlik var üstümde...Bunca zaman her şeyi zamanında yapmaya çalıştım, olması gerektiği gibi...Oysa şimdi ihmal edesim var her şeyi. ''Amaaaannnnn'' demek geliyor içimden. Bir şeylere itiraz etmek, mızıkçılık yapmak, hemen her şeyi kabul etmemek tam da ihtiyacım olan hal-vaziyettir. Aslında benlik şeyler olmasa da insanın kendini bulması için zaman zaman kendinden uzaklaşması gerektiğine de inanır oldum şu günlerde...
        Gerek dostlarım gerekse aşklarım beni hep avuçlarında bildiler...Ne yaparlarsa yapsınlar tek bir güzel an' a tüm kötü zamanları silecek bir arkadaş oldum. Ben de sandım ki bana verecekleri dostlukları kötü anlarımızı silmeye fazlasıyla yeterdi. Ama olmadı silememişim. Çünkü silmeye fırsat vermeden zaman içinde yenisi eklendi kırıklarıma. Her seferinde canım daha da çok yandı, sesimi çıkarmadım, yok saydım...Biz dost idik ve beraberce atlattığımız çokça şey gibi bunu da atlatacaktık. Olmadı! 
         O zamanlarda göremediğim -özellikle görmek istemediğim- her şeyi şimdilerde fazlasıyla görüyorum...İnsanlar bu durumumu ''öküz öldü ortaklık bitti!!!'' olarak nitelendirmiş olsalar da söyleyebileceğim tek şey her şeyin bir nedeni olduğudur. Ben kendimi biliyorum ne yaşadığımı ne kadar canım yandığını bir ben biliyorum...Hani bir söz var ya : 

Benim Hayatımı Yargılamadan önce…
Benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan,
Sokaklardan,dağ ve ovalardan geç.
Hüznü,acıyı ve neşeyi tat…
Benim geçtiğim senelerden geç,
Benim takıldığım taşlara takıl,
yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git,
Benim gittiğim gibi!!
Ancak ondan sonra,
Beni yargılayabilirsin!!
Aynen öyle...Ben düşüp her seferinde yola devam etmeye çalışırken, her şeye son bir kez özen gösterip, kalan son şansı en özenli bir şekilde kullanmaya çalışırken eğer karşımdakinden aynı özen ve itinayı göremiyor isem bence artık karşımdaki kişi tarafından daha fazla insafsızca yargılanmaya kendimi mahkum etmemeliyim diye düşünüyorum. Ki bunu zamanında fazlasıyla yaşadım!! Ne acıdır ki insanlar kendi bildikleri doğrular uğruna sizi harcayabiliyorlar!!! Kendileri her şeyin ilkinde doğruyu 
bulmuş gibi...Ama sorsan kendi canları yandı ya seni çok düşünüyor ya senin de canın yanmasın diye...Ama bırak canım yansın!!! İnsan canı yanmadan nasıl doğruyu bulur,nasıl olgunlaşır?Önemli olan yanında olmaktır arkanı dönüp gitmek değil!!! İnsan yanlış yapabilir, yanlış yaptığını bile bile duygularına engel olamayabilir,göz göre göre kendi canını yakabilir (ki bu en acısı)...Ama önemli olan bu zamanda dostunun yanında olması tüm sevgi ve şefkatiyle... Seni insafsızca bir tercihe mahkum ederek yada baskınlığını senin üzerinde zevk alıp kullanırcasına değil!!! Aksi halde acıyan canın kendini usul usul intihar etmektedir.İş işten geçip, eriyip bittikten sonra elin tutulursa bir umuttur senin için. Her şeye rağmen sarılırsın sımsıkı çünkü uzun bir süredir özlem duyduğun sıcacık eldir o...Ama 
öğrendim ki yaşananların peşi sıra yaşananlar asla o yarayı kapatmıyor.O yara ki basit bir sıyrıktan çok kendini intihar edendi derin izler taşıyan...Hani hep derler ya kırılan parçaları ne kadar özenle eski haline getirmeye çalışsan da asla eskisi gibi olmaz!İşte bahsetmek istediğim de tam olarak bu...Mevlana demiş ki: ''Sen uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın,yoksa tutmayacak bir ele uzattığın için kendine mi kızgınsın?'' Sözlerim belki ağır, belki sert ama ne söylediysem insanların  bana hissettirdiklerinden doğan cümleler…Hissettirdiler bende yazdım o kadar…. Ama ben şunu çok iyi biliyorum ki her şey insanlar için...Hayatımdaki herkesin benim için önemi çok büyük. Hayatımdaki insanlarla güldüm ve ağladım. Sonunda büyüdüm. Herkesin emeği çok bende bu yüzden her şeye rağmen insanları sevmeye devam edeceğim;)


22 Eylül 2011 Perşembe

biri beni durdursun:((((


      Ya şu bloğu açalı aslında epey bir zaman oldu. Ancak ben yine yaptığım bir çok planı gerçekleştiremediğim gibi(dış etkenler yüzünden[ki aslında her zaman insanın istediği fırsatı kendi yarattığına inanmışımdır ama nedense bunda dış etkenleri seçmek işime geliyor] )bunu da hep erteledim. Taaaa ki bugüne kadar. Ama illa ki ters yada zamansız işler yapacağım ya 2 saat sonra yeni bir yola çıkacak olmama rağmen bir yazasım var bir yazasım var anlatamam...:)))İlham geldi dedikleri böyle bir şey olmalı;) Öyle ki tüm hayatımı, şuan içinde bulunduğum ruh halimi, duygusal çalkantılarımı anlatıcam...Ama gerçekten biri beni durdurmalı!!!!
         Sadece kısaca şundan bahsetmek istiyorum ki hayat çok garip...Çok eski bir erkek arkadaşım hep derdi ''hayat özellikle de aşk kaçıp kovalama üzerine kuruludur. Oyun içinde oyun varsa karşı taraftan ilgi görürsün'' derdi hep...Bende kızardım... Öyle saçma bir şeydi ki bu bakış açısı...Nasıl bir mantıktı bu hiç bir zaman anlamadım hala da anlamış değilim..Yani bir şeyleri karşılıklı güzel duygularla sonuna kadar dürüstçe paylaşmak varken ne gerek vardı türlü oyunlara??? Hala daha anlamış değilim ama öğrendim ki oyunun içinde oyun varsa vazgeçilmez oluyorsun...Tüm içtenlik ve samimiyetinle yaklaştığın duygularının hiç bir önemi kalmıyor oyunların yanında..Çünkü insanlar oyunları seviyor saf monoton bir sevgidense entrika dolu bir sevgi genel tercih olmakta herkesçe...Söylediklerimi anlayan anlar mı bilemiyorum ama biraz daha konuşursam kendimi ele vermekten korkuyorum :P En iyisi mi içimi bu kadar dökmenin rahatlığıyla bugün buradan ayrılmak;) Belki doğru düşüncelere sahibim belki de değişen düşüncelerle doğruyu bulacağım...Ama benim bu yaz öğrendiğimi pekiştirdiğim bu oldu ! Dilerim doğru düşüncelere tez zamanda kavuşuruz ;)

çift çikolatalı kurabiye ve hikayesi;)







Çift çikolatalı kurabiye kurabiyelerin en güzeli, en nefisi diyebilirim...Üstelik gerçekten gerek az malzemeye sahip olmasıyla gerekse 15 dk.lık pişirme süresiyle oldukça pratik...Çocukların vazgeçemeyeceği ve bayılarak yiyecekleri bir kurabiye [büyükler için de aynı şeyi söylemem mümkün bizzat kendim gördüm] ;))
Önce tarifi paylaşayım sonra kurabiyemden bahsederek kısa bir zaman yolculuğuna çıkalım diyorum;)
MaLzemeLer;
  • 1 su bardağından biraz az un
  • 1/2 su bardağından biraz az kakao
  • 1/2 tatlı kaşığı karbonat
  • 1/2 tatlı kaşığı tuz
  • 240 gr sütlü çikolata (yarısı küçük parçalara bölünmüş, yarısı iri parçalara ayrılmış)
  • 113 gr tereyağı
  • 1 su bardağı toz şeker
  • 2 yumurta
  • 1 tatlı kaşığı vanilya

Şimdi bir de HazırLanışına bakaLıM:
  1. Fırını 150C'ye getirin. Un, kakao, karbonat ve tuzu bir kapta karıştırın.
  2. Küçük parçalara ayırdığınız 120gr çikolatayı ve tereyağını bir cezveye koyup kaynayan suyun üstünde benmari usulü eritin.
  3. Eriyen çikolatayı bir kaba alın. Şekeri, yumurtaları ve vanilyayı ekleyip orta      hızlı mikser yardımıyla karıştırın. Hızı düşürüp unlu karışımı yavaş yavaş ekleyin. 120gr iri parçalı çikolatayı katın.
  4. Yağlı kağıt serili 2 tepsiye bir tatlı kaşığı ile dokuz hamur koyun. Isınan fırına koyup 15 dakika pişirin. (daha fazla pişirirseniz kurur) Kağıtla birlikte alıp fırın telinin üzerinde 5 dakika soğutun. Kalan hamurları da aynı şekilde pişirin. (Ben her seferinde fırına bir tepsi yerleştiriyorum.)
          Bu arada bu kurabiye tarifi, tariflerini çok beğendiğim bir siteden alıntıdır. fakat ben bloğu yeni kullanmaya başladığım için emin değilim isim verebilip veremeyeceğimden..
          Gelelim kurabiye ve benim paylaşımımıza;) Ben aslında pek kurabiye sevmem. Peki neden? Çünkü benim için kuru bir yiyecek türü...Ben şöyle sütlü mütlü çikolatalı yada şerbetli tatlıları pastaları pek bir severim...Ancak bir gün yine sevgili boğazımın derdine düştüm ve bu tarifle karşılaştım. Gerçekten ilk anda ısındım. Çünkü içinde akışkan çikolata parçası vardı ve sadece 15 dk.da hazırdı. Daha ne istenebilir ki bir kurabiyeden!!! :) Yazın o güzel akşamlarından bir çoğunda yaptığımız gibi apartmandaki komşularımızla binamızın önündeki çardakta toplanmak üzere sözleştik ve hemencecik kolları sıvadım kurabiyemi yapmaya koyuldum.Akşama kekler, kurabiyeler,börekler...offff ki ne offf!!!! Herkes döktürmüş.Laf aramızda çok bir seviyorum apartman diyaloglarımızı;) neyse ben kurabiyemi yaptım fakat o da ne!!!Kurabiyeler yayıldıkça yayıldı!!!Neyi örnek versem büyüklüğünü tahmin edersiniz? İki elinizi kullanarak baş ve işaret parmaklarınızı birleştirerek oluşturduğunuz yuvarlak kadar büyük bir kurabiye oldu.Tadına baktığımda tadı güzeldi.İri parçalara ayırıp eklediğimiz çikolata parçaları akışkan olmuştu ve gerçekten diğer kurabiyelerden farklıydı..Ama kocamandılar ve ben sanırım onları insan içine çıkarmaktan utandım:(( Sonra onların olması gereken görüntülerinin dışındaki görüntülerini sevmeye çalıştım ve sevdim de.Hem de çok sevdim. Artık tek sevdiğim kurabiye çeşidi diyebilirim. Hikayenin sonunu şöyle bağlayabilirim ki ''onlar artık güL'ün kurabiyeleri olmuştu''.ve güL bu durumdan çok memnundu;)))))





yeni bir hayata yeni bir şehir;)





                Yeni bir hayata yeni bir şehir...Evet hem de hiç aklımda olmayan bir şehir...ANKARA...artık 1 seneliğine bende Ankaralıyım...;) Malum hayat hep bir koşuşturma, hep bir çaba gerektiriyor güzel şeyler yapabilmemiz adına. Benimde önceliğim KPSS sınavı olduğuna göre ve bulunduğum yerde KPSS kursu mevcut olmadığına göre madem ki koca bir yılımı bu sınava hazırlanarak geçiricem  bu iyi bir dershane de olmalı diye düşündüm. Benim için zorlu bir yıl olacak ama ben zorluğun yanında ders çalışmanın toz pembe halini görüyorum neden bilmiyorum;) Ufaktan bir heyecan var içimde ve koca bir ışık demeti...Güzel şeyler var hayalimde dolu ve en önemlisi verimli bir yıl olacağını ümit ederek ve güzel düşlere dalmak üzere 2 saat sonra Ankara yolcusuyum...İlk hedefim facebook’ta boşa zaman harcamak yerine kafamın dağılması ve güzel şeyler takip edebilmek adına artık bloğumu daha verimli ve sık kullanmayı düşünüyorum...Dilerim başarılı olabilirim;) ve dilerim kısa sürede internete sahip olabilirim;)





Template by:

Free Blog Templates